Futbolcu eşi mi? Futbolcu anneliği mi?

18 Mart 2019 / Futbolcu eşi mi? Futbolcu anneliği mi? için yorumlar kapalı

Genel

İlk blog yazım olduğu için biraz heyecanlı olduğumu belirtmek isterim. Zamanla üstesinden geleceğimi umarak sizlerden gelen fikirlerden yola çıkarak benim için de çok özel olan bir konuyu seçtim.

Hadi başlayalım..
Tabii ki ilk konumuz futbol. Öncelikle bir bayan olarak futboldan hiç sıkılmadığımı aksine bir futbol tutkunu olduğumun altını çizmek isterim. Futbolcu eşi olana dek bu bir keyif, bir hobiydi benim için. Sonrasında işin rengi değişti. Sadece hobi olmaktan çıktı işin içine stres ve ağır bir yük te girdi.

Futbolcuları tanıdığımızda birer yetişkin olarak çıkıyorlar karşımıza ama zemininde fazlasıyla fedakârlık, çocukluğunu tam anlamıyla yaşayamamış bireyler olduğunu anlamıyoruz çoğu zaman. Eşim futbola başladığında 6 yaşındaymış. Şimdi 6 yaşında bir çocuk ne yapar ki? ‘’Gider top oynar bu da gayet keyifli bir durum’’ dediğinizi duyar gibiyim. Bunu ben de oğullarım başlayana dek böyle sandım. Bana derdi Hakan ”Yaz tatillerinde Türkiye’ye geldiğimizde arkadaşlarım bütün gün denize girerken benim mutlaka ara verip top sektirmem gerekirdi.” Çok ta yorucu gelmiyor kulağa?.

Şimdi size futbolcu olmaya giden yolun nasıl çok küçük yaşlarda başladığını ve biz ebeveynleri nelerin beklediğini kendi oğlum Çağrı’nın yaşadıklarından yola çıkarak anlatacağım. Çağrı’dan başlıyorum çünkü Ömer daha çok yeni başladı. Onun tecrübelerini de inşallah daha sonraki yıllarda kaleme alma şansım olur.
Gelelim benim mini mini minnoş 1 numaralı oğluşum Çağrı’ya. 4 yaşına yeni girdiğinde futbol oynayacağım diye evi birbirine katıp beni Florya Metin Oktay tesislerine eteklerimin ucundan sürükleyip götürene kadar her şey ritüelinde ilerliyordu hayatımızda ?Başta almak istemediler Çağrı’yı. Yaşı çok küçüktü. Futbol okulu için belli bir yaş sınırı var.6-7 yaş futbola başlamak için en uygun yaş. Bu dünyanın her yerinde böyle. Bunu biliyorduk ama hocalarından duymadan durumu kabullenecek gibi değildi Çağrı. Tabi bizim oğlan yaptı yapacağını. “İyi tamam gel bir deneyelim” sözünü aldı hocalarından. O gün bizim hayatımızda ne kadar çok şeyin değişeceğini hiç düşünememiştim. Bir yanım en çok istediğim şeyi yaptırıyordu oğluma, bir yanım daha çok minik diyordu. Çağrı  beğenildi, yaşının üstü bazı yeteneklerinin olduğunu ilettiler bize. Bu durum yaşıtlarından büyüklerle antrenman yapmasına engel değil gibiydi. Çağrı içinse o sahaya Galatasaray formasıyla çıkması bile yeterliydi. Çok tutkun, çok hevesliydi. Ama onu her hafta sonu kim götürecekti antrenmanlara? Babamız hafta sonları yok ki bizim. E bir de minik daha bebek bir kardeşimiz var.
Annem en büyük destekçim oldu. En azından Ömer emin ellerdeydi.

İlk başlarda sadece hafta sonlarıydı, ilkbahardı, havalarda mis… Hiç sıkıntı yok, gayet keyifli her şey. Yaz geçti, sonbahar geldi derken başladı mı yağmur. Üstüne bir de kış… “idman olmaz herhalde bu havada!” derken hep tesisin kapısında buldum kendimi. “Kar  yağıyor Çağrı, idmana gitme bence anneciğim” diyen bir anneye, gözlerinde mutluluktan ışıklar yanmış bir çocuk zıplayarak cevap veriyor “Oley, en sevdiğim hava. Hadi idmana.” ?Bir de soğuk havalarda asla hastalanmıyor çocuklar bu bir gerçek. Antrenman  sonrası hızlı hareket edip, iyi korumak gerekiyor çocukları sadece. Olan biz annelere oluyor. Sadece  hafta sonları idare edeceğiz  artık dedikten 2 hafta sonra Çağrı bey akademiye yollandı. Futbol okuluna başladıktan yaklaşık 6-7 ay içinde akademiye yollanması bize de sürpriz oldu. Futbol okulundaki gidişatınız  ve yeterliliğinize göre sizi akademi oyuncusu yapıyorlar. Yani.  Orada da başarılı olursanız,  Galatasaray’ın lisanslı oyuncusu olma hakkı elde ediyorsunuz. Bu, bizim evde bir şölene dönmedi değil tabi.

Sonra akademide  4 güne çıktı idmanlar. İşte bu çok zor olmalıydı. Okul sonrası ve hafta sonları. İlgilenmem gereken bir eşim de vardı ki onu da zaten çok az görüyorduk. Lig maçlarının üstüne şampiyonlar ligi, kupa vs. eklendi mi hiç göremiyorduk gibi bir şeydi.  Bebek, evin düzeni, yemek derken tüm bunlar kafamda oturmuyordu asla.  ?

Çağrı daha 5 yaşına girmemişti ki kendinden 4 yaş büyüklerin grubunda antrenman yapmaya başladı. Antrenman yelekleri bile dizinin altında kalıyordu. O zamanlar akademide ‘U’ diye adlandırdığımız küçük yaş grupları: alt sınırı 2004-2005 doğumlulardan oluşuyordu. Gerçi şimdi çok güzel bir hâl aldı, 2011’liler için bile akademide grup var:U8.
Çağrı’nın telaşlı ve heyecanlı halleri, evin idaresi, bebek Ömer, Hakan derken aslında zor olanın futbolcu anneliği olduğunu anladım.

Çağrı çok küçük olduğu için o grupta maçlara çıkamıyordu, sadece antrenman yapıyordu. Gelişimi için bunun önemli olduğunu savunan hocalarına karşı ‘’tamam’’ bize evde “Bana ne!  Ben de oynayacağım!” diyen bir velet vardı.  ?
Bu süreçte bütün çocuklar gibi O’da çok gelişti haliyle. Kendinden büyüklerle antrenman yapması 2 sene sürdü. Akabinde Çağrı’nın kendini tam anlamıyla ortaya çıkartabildiği 2008 takımı kuruldu. Artık maç oynayabiliyordu. Hatta goller bile atıyordu. Bunun  coşkusu ve evde maç analizleri bütün haftamızı sarıyordu desem yalan olmaz. Abarttığımı düşünmezseniz geceleri üstünü değiştirdiğimde sayıklamaları gerçekten muazzamdı. Ne mi sayıklıyordu? ‘’bu maç bizim.. çıktı çıktı.. pas..’’ Hala pek bir şey değişmedi o sayıklamalardan.

Tabii ki babamızın maçlarını kaçırmadık hiç. Sabah Çağrı’yı antrenmana götürüp, öğlen eve gelip yemekleri pişirip, Ömer’in tüm gereksinimlerini halledip, akşam koşa koşa maça  gittiğimi çok bilirim. Hatta hep böyle oldu desem yeridir. Demek ki günün stresi yetmezdi bana. ?Çocukların koşturması biterdi sıra babamızın, takımımızın , maçına gelirdi. Totemler, dualar, hoplamalar, zıplamalar, maç bitti derken ev yolu ve ertesi gün yine antrenman. ?

Futbolcu eşi diye sınıflandırılan şey benim için biraz farklıydı. Ben, sanırım, futbolcu eşi olmaktan çok futbolcu anneliği tarafındaydım.

O koşturmadan bu koşturmaya 4 sene aktı gitti.

Çağrı 8 yaşına girdiğinde bir gün bir listeyle çıktı antrenmandan. “Haftaya Almanya’ya turnuvaya gidiyoruz anne, bu da kamp çantam. Kendim hazırlayacağım. ”dedi. “Efendim? Nereye? Oğlum sen geceleri terliyorsun? Kim değiştirecek üstünü? Kronik alerjiksin! Iıı yani… Olur mu, nasıl olur?..” kem küm demeye kalmadan o çanta  hazırlanıverdi…

Ana  yüreği hemen devreye girerek “ Ya aç kalırlarsa,” korkusuyla bütün veliler yolluk hazırladık çocuklara…
Hareket tesisten sabah 6 … “ Ben götüremem, yüreğim el vermez. Sen götür.” dedim Hakan’a.
O vedalaşmayı hiç unutmam… Oysa sen Derya… Hani sen her hafta eşini yolluyordun kampa? Hani çok seviyordun? Hani Hakan’sız ev boştu?
O sesi titreyerek “Kardeşimi öp ve onu çok sevdiğimi söyle anneciğim. ” diyen oğlum  karşısında gözyaşlarımı yuttum adeta.

İşte bu gidiş hayatımızda yine bir sürü şeyi değiştirdi. Maçları ertesi gün canlı yayınlanıyordu internetten. Sadece ben demem yanlış olur, tüm veliler sabahı zor ettik.. Heyecandan uyuyamamış tüm veliler bilgisayar başında toplandık. Kahvaltımı edebildiğimde bütün maçlar bitmişti..

Ben ki çok güzel maçlar izledim eşim sayesinde… Çok büyük başarılar… İmkansızı yutturacak maçlar…Unutulmaz şampiyonluklar.. Çok ama çok büyük gururlar yaşadım… Değil mi?

Ama işte evlat başka klişesi gerçekten doğru. Çocuk oradan çıkmış, mini mini minnoş kendi gibi çocuk adamlarla maç yapıyor ve gören der ki o gururları ben yaşamamışım!.. .Allah’ım… Bu ne? Bu nasıl bir korku, nasıl bir telaş? Nasıl bir stres ve ne büyük gurur! Çok şükür… Bu duygunun bir tarifi yok! Hangi kelimeleri kullanabilirim ki bunu anlatmak için?
Tüm bu duygu karmaşasını yaşarken ben, turnuvada 2.olup büyüyerek döndü tüm çocuklarımız Almanya’dan. Evet büyüdüler hepsi. O gözümüzde asla büyümeyecek çocuklar artık daha sorumluluk sahibi, daha olgun, daha ayakları yere sağlam basan küçük adamlardı. O hafta telefonum susmadı. Okulda yaramazlığıyla ün salan Çağrı için “ Siz bu çocuğa ne yaptıysanız bir daha yapın lütfen. Çok iyi gelmiş.  Çağrı çok daha olgun bir çocuk oldu.” Cümleleri ile bütün öğretmenleri tarafından  arandım. ☺

İlk etapta çok istesem bile  Çağrı’nın hiç bir turnuvasına gitmedim… Diğer çocukların velileri çalışan insanlardı ve o çocuklar niye bizim ailemiz yok diye üzülmesinler istedim. Sonra velilerle anlaştık ve gittim. Çocukların hepsine teyze oldum. Hem yaban ellerde onları yalnız bırakamazdım ya! Artık birden çok futbolcu çocuğum vardı. Hepsi birbirinden tatlı, terbiyeli çocuklardı benim için. Hiçbirini  Çağrı’dan ayırmadım. Ben  onların kamp teyzesiydim artık. E iyi de anlaşıyorduk. Beni kampta istiyorlar ve seviyorlardı. İnanın bu paha biçilemez bir şey. Birden fazla çocukla gurur duymak, başarılarına şahit olmak…

Ondan sonra çok turnuvaya gittiler. Yeri geldi, o küçücük bedenleri  bir yetişkininkinden fazla yorgunluğu üstlendi. 16 saat yol gittikleri oldu. Bu bekleme sürecinde nasıl bir psikoloji yaşadığımı  anlatmam imkansız.  Turnuva günleri sabahın erken saatlerinden  aksama kadar,  30-60 dakikalık aralarla maçlar yaptılar. Artık turnuvaya gitmek yokluğunu  aradığımız  bir şeydi.

Yorgunlukları kadar güzellikleri de vardı. Galatasaray’da oynamanın en büyük güzelliklerinden biri elbette ki taraftarı. Hiçbir turnuva da yalnız bırakmadılar bizim çocuk adamları. Nerede olunursa olunsun, .onlara kendilerini gerçek futbolcular gibi hissettirdiler hep. Tüm o taraftarlara minnettarım.

Bu süreçte Ömer biraz  arka tekerlek misali büyüdü. ?Yaşı  gelince, ne yapması gerekiyorsa onu yaptı, futbola başladı. Antrenman sayıları çıktı mı 2 katına. Artık hafta içlerimiz de hafta sonlarımız da tam anlamıyla doluydu. Hakan’la ahtapot misali peşindeyiz çocukların. Her ne olursa olsun, maçta yenseler de yenilseler de benim için onları o zeminde görmek  ayni devasa bir gurur.

Çağrı şimdi 11 yaşına girmek üzere, Ömer’se 7..Onların sadece futbol üzerine harcadıkları emekleri, deneyimleri, tecrübeleri, sevinçleri, gözyaşlarını birkaç sayfada anlatmam mümkün değil. Eğer isterseniz yine ara ara açarız bu konuyu..

Şimdi yavaştan toparlayıp bitirme vakti bence..

Benim oğullarım futbolcu olmak istiyorlar.Biz ailesi ise hep sporun içinde olmalarını diliyoruz. Takım sporunun bir çocuğa kattıkları paha biçilmez.
İleride ne olur bilmem ama onlar benim için hep fedakâr, sorumluluk sahibi küçük adamlar. Çağrı yaşıtları bahçede oynarken, sinemaya giderken, gezi-oyun programları yaparken,  gördüm, bir yanı  göz ucuyla baktı hep onlara… Ama o hiç ödün vermedi… Uzun yolculuklar onu hep rahatsızlandırdığı  halde hiç ben kötüyüm  demedi! Hastalandığında  yok yok iyiyim dedi gitti o antrenmanlara.
Elde ettiği tüm başarılar tümüyle onunken, gururlar bize ait…

Çağrı’yı iki gözüm takip ederken şimdi bir gözüm Ömer’de.. Hiç şüphem yok abisinin yolunda ilerleyecek benim evimin küçük erkeki 🙂

Başından beri babalarının dilediği tek şey. Hangi sporu seçerlerse seçsinler, yeter ki sporun içinde olsunlar.
Tüm çocuklarımızın göğsümüzü kabarttığı günleri görelim hep…

Bu fotoğrafta Çağrı tabii ki soldaki minik.Futbol okuluna alındığı zaman.Yaş 4 🙂

     İlk turnuva için evden ayrılmadan önce.Saat 5:30.Yaş 8 🙁

İlk turnuvaları olan Podolski Cup’ta 2. oldukları zaman 🙂