Bu konu aslında içime yer edinmişti bayağıdır. Kısa kısa cevaplarla insanları aydınlatacak bir konu değildi. Blog olayına girmemin asıl amacı da aslında buydu benim için.. Yediğin içtiğin senin olsun, bana yaşadıklarını anlat..
Futbol tüm dünyada, özellikle erkek çocukları için popülaritesi çok yüksek bir spor. İstatistiksel olarak baktığımızda çok az futbolcunun çocuğunun babasının yolundan ilerleyip futbolcu olduğunu biraz araştırsak bile öğrenebiliyoruz.
Sizinle çoğu zaman tahminlerimi, inandıklarımı değil yaşadıklarımdan yola çıkarak tecrübe edindiklerimi paylaşacağım.
Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi Ömer daha tecrübe edinecek çok şey yaşamadığı için tekrar Çağrı üzerinden devam ediyorum..
Çağrı’nın futbola başlama hikayesini bir önceki yazımı okuyanlar bilir. Tahmin edersiniz ki yazamadığım daha çok şey var. Bunlardan bir tanesi olan ‘’Anne ben torpilli miyim?’’ konusuna gelelim.
Bir çocuğun babasının futbolcu olmasının artıları kadar eksileri var maalesef.
Önce bunlara biraz değinmek istiyorum.
Çağrı’nın kendini yeni yeni tanımaya ve keşfetmeye başladığı 2-3 yaşlarında babası en güzel, en verimli zamanını yaşıyordu. Tabii bu bize ailesi olarak çok güzel yansıyordu. Her gittiğimiz yerde babamızla fotoğraf çekiliyordu insanlar. Hep takdir ediliyor, çok güzel şeyler duyuyorduk onunla ilgili. Özellikle herkes tarafından efendiliğinin altı çizilmiş örnek bir kişiliğin bu denli sevilmesi bizim için çok çok güzel, muazzam bir duyguydu. Büyük gurur. Hâlâ da öyle.
Fakat kendi kişiliğini yeni keşfetmeye başlamış bir çocukta bunun farklı bir etki yaratacağını hiç düşünemedik. Çağrı kendini insanlara tanıtma sitilini bile oturtmuştu kafasında. ‘’Merhaba, senin adın ne bakalım?’’ sorusuna Çağrı ismini ikinci plana atmayı tercih etmiş ve ‘’ Ben Hakan Balta’nın oğluyum, adım da Çağrı’’ demeyi uygun bulmuştu. O’na göre doğru olan buydu belki de.’’ Aaa Çağrı ne kadar ayıp neden öyle diyorsun’’ mu demeliydim? Bunun neresi ayıptı ki? Bu görevi Hakan üstlendi evde. Görev paylaşımında hiç fikir ayrılığına düşmedik çok şükür.
‘’ Bak babacığım, benimle gurur duymanı çok seviyorum, hatta sen benimle daha çok ve hep gurur duy diye ben daha çok çalışacağım, söz veriyorum sana. Ama ben Hakan Balta’yım, sen ise Çağrı Balta’sın. Çok yakışıklı ve iyi bir çocuksun. Ben de seninle gurur duyuyorum. Ben çok çalıştım ve çalışıyorum da.. Sen de çok büyük adam olmak için hangi mesleği yaparsan yap çok çalışacağına ve Çağrı Balta olarak insanlar ve çevren tarafından çok çok fazla sevileceğine inanıyorum. Sen ne yaparsan yap, seninle hep gurur duyacağım.’’
Bu konuşma Çağrı’yı değiştirdi. Artık hedefleri vardı. O da takdir edilecek, O da babası gibi sevilecekti belki. Artık adı Hakan Balta’nın oğlu Çağrı değil sadece Çağrı’ydı. ’’En çok hangi futbolcuyu beğeniyorsun?’’ sorusuna verilecek değişken, ‘’Hangi futbolcu gibi olmak istiyorsun?’’ sorusuna ise hep net bir cevabı vardı. ’’Ben Çağrı Balta olacağım.’’
Çağrı futbola başlayıp 8 yaşını doldurduktan sonra bir gün ‘’Bütün arkadaşlarımda sosyal medya hesabı var anne ben de istiyorum.’’ dedi. Tamam çok gerekli ve doğru bulmadığım bir şeydi kabul ediyorum. Hem doğru değilse biz neden kullanıyoruz sorusunu asla kaçırmazdı benim oğlum. Aslında şöyle düzeltebilirim, doğru kullanılmadığı sürece çok ta gerekli bir şey olarak gördüğüm bir şey değildi sosyal medya hesabı. Ve başka bir gerçek her zaman daha baskın çıkmıştır benim hayatımda. Kursakta kalan heves! Çocuğumun benimle her şeyi dürüstçe paylaşmasını seviyorum. O’na hayır larla gelen bir anneden ziyade doğruyu yanlışı güzelce öğretmekle yükümlüydüm. Çağrı’ya sordum ‘’Ne yapacaksın bir hesabın olursa?’’ cevabımız hiç düşünülmeden hemen verildi ‘’Futbola dair her şeyi takip edeceğim’’
Pek te üzerine tartışılacak bir konu olarak görmedik biz. ‘’Annenin kontrolünde açalım o zaman kabul mu?’’ dedik, hemen kabul edildi. Sadece futbol üzerine kullanacaktı ve çoğunlukla da öyle yaptı diyebilirim. Pek aktif olmamakla beraber bir sosyal medya hesabı vardı artık.
Kendi maç videolarını ya da fotoğraflarını paylaşmamızın üzerinden ara ara yorumlar dizilmeye başladı..
-Sendeki baba bizde de olsa bizde futbolcu olurduk!
-Maalesef bir tek senin gibi torpilliler oynuyor, nice çocuklar bu şansı bulamıyor!
Böyle çok fazla yorum yazabilirim karşımıza çıkan.
Çağrı’nın ilk sorusu ’’Anne torpil ne demek?’’ Bunu açıklamak bile üzdü bizi evde. Cevabı kendisiyle hiç eşleştiremiyordu biliyordum, ama bir yanı buruk devam etti ‘’ Peki anne ben torpilli miyim?’’ bu soruda çok fazla gizli soru vardı aslında. Bunu benden saklama, bilmeye hakkım var dercesine bakıyordu suratıma. ’’Hayır Çağrı sen, senin anladığın gibi torpilli değilsin, seni denemeye götürdük biliyorsun…’’ Belki de hocalarıyla anlaşmıştı babası.. Çağrı o kadar da iyi oynamıyor muydu? Nice sırada bekleyen çocuğun hakkını mı yemişti?
Çağrı çok utangaç, gereğinden fazla alçak gönüllü ve çok duygusal bir çocuk. Mutsuzluğunu örtmeye çalışsa da gözlerinde hep gördüm aradığı gerçeği.. Rakip takım oyuncularından bile ona hep aynı soru geldi uzun süre O’na ‘’sen Hakan Balta’nın oğlusun dimi’’ hep kafasını evet dercesine minik salladı ve devam etti maçına.
Babasının bir süre maçlarına gelmesini istemedi. Bunu söylemenin de bir yolu olmalıydı çünkü o babasıydı kıramazdı babasını. ‘’Çok önemli bir maç değil baba, annem gelse yeter. Ben seni önemli maçlara çağıracağım.’’ Bazen çok yüklenmemek gerek çocuklara.. Bugün ufak dediğiniz şeylerle başa çıkabilmeli ki hayatta karşılaşacağı nice zorluğa da göğüs gerebilsin. Elimiz kolumuz bağlandı haliyle. En çok Hakan’ı üzdü bu durum. Çağrı’ya karşı dik dursa da ben hep gördüm ikisinin de birbirinden gözlerini kaçırdığını çoğu zaman.
Çağrı bu süreçte geceleri ‘’Bu maç bizim’’ sayıklamalarını bıraktı, yerini kırarcasına sıktığı diş gıcırtmaları aldı
Ben size şu torpil konusunu biraz açayım. Futbolda torpil var mıdır? Bunun tek bir cevabı var bence. ’’ASLA OLAMAZ!’’ Neden mi asla? Varsayalım torpille çocuğu akademi oyuncusu yaptınız. Akademi diyorum çünkü futbol okullarının kapısı herkese açık. Maksat çocuğum spor yapsın eğer bir yeteneği varsa ya da olan gelişirse ona göre bakarız diyorsanız kaydınızı yaptırmanız ve düzenli olarak antrenmanlara gitmeniz yeterli futbol okullarında. Akademi daha önce de dediğim gibi hocalarınızın yeterliliğinize, ya da sokak ağzıyla takımdan sıyrılmanıza bağlı olarak gönderildiğiniz bir yer. Orası performansınızın hep üstüne katarak, disiplininizi asla bozmadan antrenman ve maçlar yaptığınız bir yer. Orada kuralların aksi bir tutumunuz veya performansınızdaki düşüş sizi tekrardan futbol okuluna yollama hakkı doğurur hocalarınıza.
Evet diyelim ki torpille çocuğumuzu verdik akademiye, bundan sonra neler olacak bir bakalım.. Orada Türkiye genelinde yetenekleriyle gerek futbol okullarından, gerek seçmelerle gelmiş 12-14 çocuğun arasına girdik diyelim. Bu çocuklar küçük yaşta belli bir eğitim alıyorlar. Sadece bir top atılıyor ortaya ve hepsi peşinden koşmuyor. Futbol tekniklerinden, koşu tekniklerine büyük bir eğitim alıyorlar. Bu çocukların arasında yapabiliteniz yetersiz kalırsa ki kalır bu çocuğunuzu da olumsuz etkiler. Akademi oyuncusu olabilmek için çok emek harcamış çocukların yanında bile bu durumdan rahatsız olursunuz. Örnek vermem gerekirse bizim takımda şehir dışından haftada 4 gün çocuğunu antrenmana getiren veliler var. Hem de öyle özel araçla falan değil. Vicdanen bile rahatsız bir durum bence . Neyse.. Ona rağmen oynatılıyor diyelim çocuğunuz, bu çocuklar sürekli yurt dışına turnuvalara gidiyorlar. Bilmem ne takımındaki rakip oyuncu bakmaz senin kimin oğlu, torunu, yeğeni olduğuna.. Sen torpillisin diye açmaz sana o gol yollarını ya da yemez senden çalımları. Sen başarılı olmadığın sürece duramazsın. Bu tüm dünya futbolunda as takımlar için bile geçerli bir kuralken senin ilerleme şansın olamaz.
‘’Ama bizim çocuk çok yetenekli bir çıksa antrenmana görecekler’’ mi diyorsunuz? E futbol okulları bunun için var zaten. Sadece futbol okulu da değil, her yıl düzenli seçmelerin yapıldığı tarihler var. Ve bu tarihler herkesin kolaylıkla öğrenebileceği şekilde yayınlanıyor. İyi olduğunuza inanıyorsanız oradaki deneyimli hocalar ekibi bunu es geçmez zaten.
Torpilli…sadece futbolcu çocukları mı? Futbolda torpil olsaydı kimsenin seçmelere gelmesine gerek kalmazdı. Hocadan torpilli, kulüp müdüründen torpilli, yönetimden torpilli, onun yeğeni, bunun tanıdığının oğlu derken fazlasıyla oyuncu bulunurdu emin olun.
Belki de vardır bir yerlerde. Ben şahit olmadım hiç ama vardır belki. Bu o çocuğu bir yere götürmez, sadece ailenin kendisini tatmin etmesinden başka bir şey değil, öyle de kalır. Zamanla neden çocuğuna futbolu bıraktırma kararı aldığına dair bahane bulabilmesi için minik bir zamandır sadece onlar için. Bu süreçte çocuğunun üzerinde oluşturduğu baskı da cabası.
Ben yine her zamanki gibi kendi adımıza konuşacağım. Biz, babamız çocuklarım futbola başlamak istedikleri süreçte o kulübün oyuncusu olduğu halde her veli gibi gidip kayıtlarını yaptırdık ve futbol okuluna başlattık. Velilerin neye hakkı varsa o kadar hakkım oldu. Oynatılmadığı zamanlarda ona baskı yapmak yerine hak etmesi gerektiğini güzelce anlattım. 8-9 yaş bir çocuğun hayatının en unutulmaz yaşlarının ilk dönemidir. Çağrı bu yaşta çok torpilli baskısı gördü. Biz ailesi bu duruma derinden üzüldük. Çağrı’yla bu durumu bir yalanın doğru olduğunu kanıtlamaya çalışırcasına defalarca konuşmama kararı aldık. Gördüğüm en önemli şey bu durumun aksine verdiği çabaydı. Takımı haftada 4 gün antrenman yaparken Çağrı bunu 6’ya çıkardı. Kendi kendine programlar oluşturmaya başladı. Daha 8-9 yaşındaydı ne kadar olgun olabilirdi ki? Ne yapabilirdi bu durumla başa çıkmak için? Bir örnek vermem gerekirse sitedeki havuza girmek için tüm çocukların çıkmasını beklerdi. Bunu anlamakta zorluk çekiyordum. Neden onlarla gidip oynamak yerine bunu yapıyordu? Akşam üstü havuz boşalınca tek başına yüzmeye giderdi. Saatleri buluyordu o kulaç atmaları.
Duygularını çok ifade edemediği için maçlardaki yenilgilerini kendine bağlayıp ağlardı hep. ‘’Benim yüzümden takımım kaybetti’’ der tüm yenilgiyi üstüne almaya çalışırdı. O’na bunun doğru olmadığını anlatmaya çalışsak ta gördüğü baskıdan olsa gerek O mağlubiyetleri hep kendine yazardı.
Çağrı takım arkadaşlarını, takım arkadaşları da Çağrı’yı çok sever. O çocukların masumiyeti, pamuk kalpleri anlatılamaz. Onlara olan düşkünlüğümü, sevgimi kelimelere dökmem imkansız. Onlara çok şey borçluyum.
Biraz yıpransa da, hâlâ aynı yargı yer yer devam etse de bu durumu atlattı Çağrı. Artık onu derinden yaralamıyor biliyorum. Kendine güveni arttı. Çok çalışmayı da hiç bırakmadı. Bu başarı tamamıyla ona ait. Herkese kucak açan, onun da başarılı olmasını gönülden isteyen ve bunun için çabalayan bir çocuk oldu.
Son olarak bir yerde denk gelip okuduğum ve sizinle paylaşmak istediğim bir şey daha var.
Alt yapılar kazanmak ve kaybetmek üzerine kurulmuş bir sistem değildir. Sonuç kaygısı olmadan sahada futbolun doğrusunu oynayan, kulüp kültürünü benimsemiş, ahlaki değerleri yüksek oyuncular yetiştirmek için var. Yani fazlasını bekleyerek, çocuğum futbolcu olacak diye alt yapı yolu tutmak çok ta doğru bir tutum değil.
Sizinle ilk fırsatta bu çocukların bir turnuva yolculuğunu paylaşacağım. Bu sefer okumalık değil seyretmelik olacak. Çünkü o görülmeye, izlenmeye değer bir durum. Bu yola girmek isteyen ama ‘’Aaa olur mu hiç, mümkün değil ben çocuğumu bu kadar yormam sonuçta çocuk yani’’ diyenlerin başından rotasını değiştirmesi gereken bir yolculuk örneği olduğu için o konuya mutlaka izletebilecek şekilde yer vereceğim.
Bazen de şunu söylemek istiyorum.. ’’Art niyetli insanlar bile iyi ki var!’’ onlar 8-9 yaşındaki bir çocuğa torpilli damgası vurup onu üzmenin derin hazzını yaşarken o çocuk torpilli olmadığını göstermek için çocukluğunu bir kez daha bir kenara atıp daha çok çalışmayı seçti.
Bir anne olarak hangisine sevinmem gerektiğini hâlâ seçemiyorum.
‘’Anne ben torpilli miyim?’’
‘’Evet oğlum torpillisin, ama babadan değil, seni yaratandan!’’